17 Şubat 2015 Salı

ASKERİ PERSPEKTİFTEN 'FETH'İN ANLAM VE AĞIRLIĞI

"Konstantiniyye'nin Fethi... İşte o cihana değer bir savaştır."

Fetih harekâtını zorunlu kılan jeostratejik gereksinimler:

     Sezar Maximus'tan 6. Leon'a, Halife Mehdi'den Keyhusrev'e, Araplardan Rıslara, Romalılardan Türklere kadar medeniyetlerin ve hükümdarların muhattelatında hep bir 'ülkü' misali salınan 'rüya şehrin' mülkiyeti ve hâkimiyeti için verilen kavgalar, yalnızca İstanbul'un doğal güzellikleri ve dinler için kutsiyet ifade eden manevi ağırlığıyla açıklanamaz. Bu yönleriyle idealize edilen güzel şehrin diğer kentlere nazaran her dönem kat be kat haiz stratejik önemi, tarihin her safhasında devletler için asıl cezbedici ve itici faktörü olmuştur.

     Anadolu yarımadasının hızla Türkleşmesine olanak sağlayan, Türk Beyliklerinin birbirleriyle olan rekabeti, her birisinin 'kendince' bir gelecek ve nizam-ı âlem tasavvuru, rekabetten başarı doğmasına sebep olmuştur. Asya'daki topraklarında -nispeten- oturmuş bir yönetime sahip olan Osmanlılar, Avrupa'da Tuna kıyılarına dayanmışlar, Konstantinopolis ve çevresine sıkışıp kalan aynı zamanda yönetim zafiyetleri doruk noktasına çıkan Bizans Devleti'ni çevreleyerek tehdit eder hale gelmişlerdi. Bizans Devleti, Osmanlıların yayılmacı politikaları için çoğu kez engel teşkil edip hareket kabiliyetini sınırlıyordu. Yani Avrupa'ya giderken ya da Avrupa'dan gelirken; Asya-Avrupa Karayolları ile Akdeniz-Karadeniz suyolunun kesişme bölgesi olan Konstantinopolis gibi kestirme bir yol dururken, Karadeniz kıyılarından ya da Ege'deki Cenevizlilerin ve Bizans'ın sahip oldukları adacıkların bin bir müşkülatı ve saldırısıyla karşılaşarak her defasında çok daha maliyetli ve daha uzak yollardan gitmeyi yeğliyorlardı.

      Osmanlı Devleti, Anadolu'nun Batı kesiminde yerleşmiş ve buradaki sınırları; Karadeniz'de; Amasra Doğusundan başlayarak, Kastamonu'nun güneyinden geçerek, Samsun'un batısından yine Karadeniz'e ulaşmakta, Sinop'un doğusundan güneye doğru, Koyulhisar'ın doğusu, Kemah'ın batısı, Sivas'ın güneyi, Kırşehir'in güneyi, Ankara'nın güneyi ve Ilgın'dan geçerek, Alaiye (Alanya)'nın batısındaki Akdeniz'e ulaşmakta idi. Bu sırada Avrupa'daki toprakları da Tuna Nehri'ne ulaşmıştı. Vidin'in Batısından başlayıp güneye uzanan sınır, Üsküp'in Batısı-Ohri-Yanya'nın Batısı-Tırhala'nın 60 km. kadar Güneyinden geçerek Doğuya dönüp Adalar Denizine ulaşmakta idi. Bu durumdaki bir devletin iki kıtasındaki topraklarını birbirine bağlaması için boğazlara tam anlamı ile egemen olması zorunlu idi.

      Bu şekilde karşılaşılan askeri zorunluluktan başka iktisadi zorunluluklar da Konstantinapolis'in Osmanlıların elinde bulunmasını gerektiriyordu. Bizans o zamanın en önemli ticaret merkezlerinden birisi idi. İşte memleketin güvenliğini sağlamak ve iktisadi hayatını geliştirme zorunluluğu 2. Mehmet'i Konstantinapolis'in alınmasına zorlayan önemli iki etken idi. Ve harbin gerçek nedenleri de bunlardı.

     Tüm zamanların jeopolitik olarak sıklet merkezi olan bu coğrafyanın göz bebeği İstanbul'a ve sahip olduğu boğazlara hakimiyet, bu coğrafyada söz sahibi olabilmek ve etken politikalar üretebilmek için adete mecburiyettir.

     Fetih öncesinde devletlerin demografik durumu ve siyasi konjoktür:

     Konstantinopolis kuşatılmadan önce Osmanlıların yüzölçümü yaklaşık olarak Rumeli'de 263.000 ve Anadolu'da 420.000 olmak üzere toplam olarak 683.000 kilometre kadardı.

     Ayrıca nüfus verilerine baktığımız zaman ise Edirne'nin 150.000, Selanik'in de 40.000 nüfusunu olduğunu görüyoruz. 1430'lu ve 40'lı yılları 2. Murat'ın başkomutanluğında komşularıyla vuruşarak geçirmişler ve çetin mücadeleler sonucunda yer yer kazanımlarını artırmış, yer yer de azalmıştır. Özellikle 1442-44 arası dönemde Macarlarla girişilen savaşlar, tam bir fiyasko ve buhran dönemi yaşatmıştır.

     Tarihçilerin '1444 bunalımı' diye adlandırdığı dönemde ve sonrasında, Osmanlı Devlet Teşkilatında hiziplerin varlığı ve iç siyasi çekişmenin artması sonucu iç politikanın dış politikaya yansıması olarak adlandırılabilecek bir enerji kaybı yaşanmamıştır. Yani Karamanoğulları ile İttifak oluşturan Macarların Rumeli'de kazandığı başarılar sonucu elde ettikleri kazanımları neticesinde verilen tavizler ile çeşitli antlaşmalar imzalanmış ve 1451'e kadar Macarlarla kısmen bir sükunet ortamı oluşturulmuş idi. Keza zaman kazanmak için Cenevizliler, Arnavutlar, Trabzon Rum İmparatorluğu gibi çeşitli komşu devletlerle saldırmazlık ve teminat antlaşmaları imzalanmış, hassas bir dış politika izlenmiştir.

     Bizans İmparatorluğu'na baktığımızda ise; "Başkent Konstantinopolis ile Karadeniz kıyısında Misivri, Ahyolu, Burgaz Kaleleri ile Midye-Vize arasındaki bölge, Marmara Denizi kıyılarında Silivri, Bigados Kaleleri ve bunların çevresindeki köylerden, Ege Denizinin kuzeyindeki birkaç adadan ve 1446'dan beri Osmanlı gözetimini tanımakta olan Mora'daki iki Despotluktan oluşmaktadır. Nüfus verilerine baktığımız zaman ise; bazı kaynaklar Konstantinopolis'in 40.000 ile 50.000 arasında nüfus barındırdığını söylerken, bazıları da 70.000 ile 80.000 arasında olduğunu belirtir. Elimizdeki bu sayılar, Konstantinopolis'in orijinal yoğunluğu değil, depremler ve salgın hastalıklardan sonra oluşan fetih esnasında var olan nüfustur. Bizans yönetimi ise oldukça zor durumda olup sistemi neredeyse kötürüm bir vaziyet resmediyordu. Bu durumun bir çıktısı olan fetih ise 'küçük balığın büyük balık tarafından yutulması' metaforuyla değil, 'doğanın boşluk kaldırmazlığı' ilkesiyle açıklanabilir.

Fetih harekâtı esnasında sahip olunan askeri kaynaklar, orduların durumu:

     Osmanlıların barış zamanındaki kuvvetlerine baktığımız zaman 170.000 kişilik bir kara gücüne hükmettiğini biliyoruz, bu kuvvetlerin yekunen fetihte kullanılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Osmanlı askeri gücünde etkisinin çok az olduğu bir alan olan denizcilik, 2. Mehmet'in Konstantinopolis'in denizden de kuşatılmadan düşürülemeyeceğini hesaplamasıyla yeniden ilgi ve alakaya mazhar olan bir alan olmuştur. 2. Mehmet'in direktifleriyle Gelibolu'da kurdurduğu tersane ile birçok gemiler yaptırmış ve aşınmaya yüz tutanları ise iyileştirilmelerini sağlamıştır. Bu sayede Osmanlı deniz gücü Marmara ve Karadeniz'de geleneksel Bizans ve Cenevizlilere karşı üstünlük kurmuş, mevcudu da 20.000 kişiye ulaşmıştır. Tüm bunlara bir de 'Osmanlı Savaş Makinesi'ne kılavuzluk eden istihbarat mekanizması da eklendiği zaman oluşan harekât kabiliyetinin düşman için ne derece aleyhte bir durum olduğu açıktır. Osmanlı donanmasını incelediğimiz zaman ise elimizdeki veriler şu şekildedir; Donanma 18 adedi 3 sıra, 8 adedi 2 sıra kadırga ile 25 taşıma gemisinde  ve 300'den fazla küçük gemilerden yani toplam olarak 400'ü aşkın gemiden kurulmuş idi. Bu donanma 'kış mevsiminde' Amiral Baltaoğlu'nun emrinde, -Baltaoğlu limanı denilen yerde- teçhiz edilmişti.

     Bizans İmparatorluğunun kuvvetleri ise Konstantinopolis'teki Bulgar, İtalyan, Fransız, Mora'lı lejyonerlerden -paralı profesyonel askerlerden- oluşan kuvvetlerdi. Hammer'in verilerine göre bunların sayısı 8000, diğer kaynaklara göre ise 7000-9000 arasındadır. Bununla birlikte Rum donanmasının nicel mukayeseyle cılızlığı nitel olarak üstün olsa da, Osmanlılara karşı direnci azaltan bir diğer faktördür. Buna rağmen Rumlar kale savunmalarında işi sıkı tutarak taarruzu bertaraf edebileceklerini hesaplıyorlardı. Rum donanması ise; Kalyon denilen ve Venedik tüccar gemilerinden olup Balyos'un - Venedik Cumhuriyeti'nin Konstantinyye'deki elçisi-, Tanayis (Azof) ve Trabzon'a eriştiklerinde durdurduğu 3 gemi ile 3 Ceneviz gemisi, 1 İspanyol, 1 Fransız, 4 Kandiyeli ve 2 Hanyalı gemiden, yani toplam olarak 14 gemiden oluşuyordu.

Osmanlıların harekât planları, Bizans kuvvetlerinin savunma planları:

     Sultan Mehmet II.'nin harekât planlarında asıl üzerinde durduğu kesim topçu bataryalarıydı. Bizans'ın aşılmaz surlarını toplarla bertaraf etmek için büyük bir eforla uğraşması bunun açık delilidir. Topçu kuvvetlerin durumuna bakıldığı zaman Macar topçu ustası Urban'ın kuşatma öncesinde Sultan Mehmet'e tabii olması ile bu kuvvetler büyük atılımlar yapmışlardır. Öyle ki bu topların gülleleri yaklaşık 12 karış kalibreye ulaşmış, düştükleri yerlerde açtıkları gedikler ise 2 kulaçlık bir tahrip gücü mesafesine kadar geliştirilmişti. Başkomutan Mehmet II'nin topçu bataryalarına ilişkin planları ise şu şekildedir: Blaherna Sarayı karşısında 3 toplu batarya, Edirnekapı karşısında 2 toplu batarya, Topkapı karşısında 4 toplu bir batarya, Silivrikapı karşısında ise 3 toplu batarya yerleştirilerek, toplar tehdit menzilleri istikametinde bu şekillerde konuşlanmıştır. Bu düzen içerisinde toplar hem akınları destekleyecek hem de deniz üzerinden gemileri bertaraf edeceklerdi. Tarihi ve askeri belgelerden ulaşılan bilgilere göre, II. Sultan Mehmet - Fetih zamanına kadar ki- tarih içerisinde bu denli yıkıcı bir topçu gücüne erişen tek hükümdardı. Karadeniz'den hiçbir donanmanın ya da geminin izinsiz gelemeyecek olması ve Bizans donanmasının da görece aczi Osmanlı donanmasının güvenli bir ortamda savaşmasına imkân veriyordu. Bu atmosfer içerisinde gemiler Konstantinopolis kıyılarını ablukaya almışlar, giriş ve çıkışları ise tamamen kontrol edebilir hale gelmişlerdi.

     Bizans kuvvetleri ise Kara cephesi, Haliç kıyı cephesi ve Marmara kıyı cephesi olmak üzere üç kısımdan müteşekkil bir vaziyette savunma hazırlıkları yapıyorlardı. Bu aşamada değerlendirilecek olursa 2 Nisan günü Bizans savunmasında unutulmayacak bir gün idi. İmparator Konstantin'in emri ile  Venedikli Bartholomeo Soligo, ünlü zinciri Haliç'in ağzına gererek burasını kapatmıştı. Haliç'in böylesi zamanlarda taarruzlar için stratejik bir geçit olması bu zincirle sürekli kapatılmasına neden olmuştur. Bunun içindir ki; o zincir 717 yılından beri kullanılan bir zincir olmakla birlikte ilk kez fetih kuşatması esnasında kullanılmış değildir. Bu şekilde Osmanlı kuvvetlerinin taarruzunun her an başlayabileceği varsayımıyla Bizans donanmasına ait büyük gemiler zincirin yanına konuşlanarak 'pusuvari' bir pozisyonda bekleşiyorlardı. Silahsız olup, savaşın mukadderatında etkisi çok az olabilecek küçük gemiler ise kıyılara çekilmiş yalnızca saldırılar bekleniyordu.

Kuşatmanın başlaması, planları işleyişi, tarafların kazanımları ve yitirdikleri:

     12 Nisan günü hedeflenen surlar önüne yerleştirilen Osmanlı topçusu ateşe başladı. Orta şiddetteki toplarla üçgen bir işaretleme ve yıpratma tarzı ile başlayan bombardımanda oluşan üçgenin orta yerine ağır toplarla ateş edilerek surların yıkılması sağlanıyordu. Bu bombardıman sırasında ise Urban'ın yaptığı devasa toplardan birisi yeterince soğumadan ateşlendiği için atış esnasında parçalanarak bir herc-ü merc hali yaratmış, bu kısmi kaos ortamında ise topun mühendisi Urban da parçalanmıştı. Bununla birlikte taraflar karşılıklı olarak birbirlerine ok, taş ve mancınıkların fırlattığı güllelerle saldırıyorlardı. Osmanlı piyadesinin surlara yanaşması ise Rum Ateşi -Grejuva- kullanılarak zorlaştırılıyor ve savunma durumdaki Bizanslılar surlarda açılan gedikleri ivedilikle tamir etmeye çalışıyorlardı. Bu şekilde devam eden kara hücumlarıyla birlikte savaşın gidişatını en çok etkileyen deniz savaşları olmuştur. Osmanlı donanması stratejik konumu yüksek olan kalelere düzenlediği taarruzlar ufak tefek başarılar elde edilip, kalelerden bazıları ele geçirilse bile çoğunlukla püskürtülmüş olup bu püskürtülüşler herkeste bir düş kırıklığı ve moralsizlik yaratıyordu. Bu kısmi hezimetlerin yarattığı moralsizlikle Sultan Mehmet II., 20 Nisan yenilgisinden sonra bir gözünü o gün kaybeden Kaptan-ı Derya olan Baltaoğlu Süleyman Bey'i yere serdirip topuzlatmış ve hiddeti geçmemiş bir şekilde bir azaba da yüzünü ezdirmiştir. Bu tür kısmi mağlubiyetlerin yarattığı tedirginlik üzerine, diyalog arayışları içerisinde olan Çandarlı Halil Paşa barış yapılmasını önermiş ve Fatih'in dikkatini çekmiştir. Özellikle 20 Nisan'da yapılan deniz taarruzuna rağmen operasyonun menfi bir şekle bürünmesi ve gerili durumda bulunan Haliç'teki zincir sayesinde kaçmayı başaran gemiler Sultan'ın alternatifler üzerine yoğunlaşmasını sağlamış ve tarihe geçen bir teşebbüsle  bu olumsuzluğu gidermeyi başarmıştır. Çözüm olarak belirlenen gemilerin karadan geçirilmesi fikri ise, daha önceden hesaplanan ve Sultan'ın kurmaylarıyla yaptığı bir beyin fırtınası sonrasında alınmıştır. Bu durum ise Türk Harb Tarihinde ilk kez yaşanan bir olay değildir. Zira Umur Bey'in kumandasındaki ordular 1399-40 seferinde gemilerini Korent Berzahında karadan geçirmişlerdi.

     22 Nisan'da başlayan gemilerin karadan hareketinde kullanılan malzemelerin Galata'da ki Cenevizlilerden sağlanması ise tuhaf bir durum arz etmektedir. Zira Cenevizlilerin bir kısmı hala Bizans saflarında çarpışıyorlardı. Bu malzemeler ise yuvarlak ağaçlar, donyağı, zeytinyağı ve değişik kaygan materyallerden oluşuyordu. Gemilerin karadan Haliç'e inerek Bizans üzerindeki tehlikeli tesirlerine Bizans'ın strateji üzerine çalışan akil adamları, bu gemilerin bir an evvel yakılmasını istemişlerse de Haliç'e giren donanmayı püskürtme girişimlerinde başarısız kalmışlardır.

     Son öldürücü hücum -26 Mayıs- da başlayıncaya kadar, Osmanlı donanmasına ait bir kısım gemilerin Haliç'ten kaydırılması öncesinde, Osmanlıların -genel olarak- ecel terleri dökmesi "başarısız" bir gidişat olarak karşımızda durmaktadır. Ama gemiler Haliç'e inince, kuşatmanın mukadderatı Bizans aleyhine devam etmiştir. Bundan sonra Bizans'ın 'can hıraş' savunması başlayacaktır, matematiğin kendisini gösterdiği bir süreç olan son zamanlarda ise sayı üstünlüğü direnişi kırmak için yeterli olmayacak ve Bizans'ın uğraşları nafile bir çaba olarak kalmaya mahkûm olacaktır.

     Kuşatma sonrasında tarafların kayıpları incelendiğinde ise; Bizans'ın 50.000'den fazla esir ve 4000 civarında da ölüsünün olması gibi bir tablo oluşurken bu sayılar Osmanlı kuvvetlerinde ise 5000'i aşkın kayıp olduğu dile getirilir.

     İstanbul 29 Mayıs 1453'te resmen fethedildikten sonra, fethin etkileri uzun bir süre -içeride ve dışarıda- devam etmiştir. Fetih, Osmanlı Askeri Sistemi'ni morallendirmiş ve kapsamlı bir deneme olmuştur. Kıtaları aşan Osmanlı askerinin moralini İstanbul'un fethinden aldığı ise kuvvetle ihtimaldir. Fetih sonucunda büyük güçler arasında stratejik denge Osmanlı yönetimi lehine dönmüş, rüzgarlar arkadan esmeye başlamıştır.

Yorum Gönder