16 Şubat 2015 Pazartesi

SAĞLIKLI BİR TOPLUM İÇİN OLMAZSA OLMAZ: AİLE VE AİLE EĞİTİMİ

“Aile toplumun özüdür. Onu tahribe yönelen her şey; toplumun tahribine yönelmiş demektir.” (Samuel Butler)

     Aile; milli dini, toplumsal bütünleşmenin başlangıç noktası olduğu gibi Allah’ın en muhteşem sanat eseri olan “insan”ın üretildiği ve eğitildiği yer mahiyetindedir. İnsan yetiştirmenin ilk birimi olan ailede, eğitim, bir bütün olarak verilirse sonraki eğitim aşamalarında birey eğitim basamaklarını başarıyla tamamlar. Bu eğitim; yani fikri, ruhi, bedeni ve ahlaki eğitim iyi verilmemişse bireyin toplumda yaşadığı bütün birimlerde kısmen de olsa sorunlar yaşanır.

     Aile, bir iş bölümü ve dayanışma birliğidir. Toplumun en küçük birimi olan ailede, bireylerin üzerine düşeni bilmesi ve yapması, hem insani bir vecibe hem de huzur ve mutluluk temini için olmazsa olmaz bir durumdur.

     Aile bireylerinin ayrı ayrı görev ve sorumlulukları vardır. Bu görev ve sorumluluklar bilindiğinde, yaşandığında ve yapıldığında huzur ve mutluluk kapıları sonuna kadar açılır. Nitekim orada sevgi, saygı, sabır ve hoşgörü vardır. Bunlar Allah rızası için yapıldığında da ibadet hüviyetine dönüşür. Artık o ev cennet bahçelerinden bir bahçedir ve bireyi her türlü kötülüklerden, insi ve cin’i şeytanlardan koruyan bir kaledir.

     Aile; tolumun köşe taşıdır. Köşe taşı çıkan bir toplumun ayakta durması düşünülemez.

     Türk Kültüründe Aile

     Türk milleti için aile, kutsal bir müessese ve milli istikbalin teminatı konumundadır. Ailenin toplum yapısıyla olan güçlü irtibatı, onun sosyal yanını da ortaya çıkarmaktadır. Sosyal yapı olarak ailenin görevlerini ise iki temel esasta toplamak mümkündür.

1.    Ailenin biyolojik görevi; neslin devamını sağlamak

2.    Toplumun değerlerini ve kültürünü; korumak ve yaşatmak

     Bu önemli görevleri yüklenmiş olan ailenin fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden ideal yapıda olması toplumun sağlıklı olabilmesi için vazgeçilmezdir. Aile kurumunun temelinde olan sorumluluk ve aidiyet duygusu, aile içinde güven ve güç kaynağı yarattığı gibi bu psikoloji, topluma da yansımakta ve milli dayanışmaya da kaynak teşkil etmektedir.

     Türk milleti köklü ve zengin bir tarihe sahiptir. Dolayısıyla çeşitli coğrafyalarda ve değişik dönemlerde, farklı sosyal yapılara rastlanmaktadır.
     Bilinen en eski yazılı kaynağı olan Orhun kitabelerinde oğuş olarak geçen aile, Türk toplumunun çekirdeği durumundadır. Aile kurmanın şartı olarak ise evlilik müessesi kabul edilmiş, bunun dışında başka bir fonksiyona Türk töresi izin vermemiştir. Bu yapıda baba otoritesinin geçerli olduğu, hukuki bir temele oturan aile içi bir düzen oluşmuştur.

     Anne saygısına bilhassa önem verilmiş ve anne, kararlarda söz hakkına sahip olmuştur.
     Tarih içinde öneli değişiklikler yaşanmışsa da bugün ailelerin Türk toplumu içindeki konumu ve önemi özde aynıdır. Bunun bir iz düşümü anlamında; Türk devleti “baba” olarak adlandırışmış vatan ise “ana” olarak nitelendirilmiştir.

     Türk Aile Yapısını Bozmaya Yönelik Çalışmalar

Teknolojinin hızla gelişmesi sonucunda aile yapısının da aynı oranla bozulduğu bir dünyada; örnek gösterilen Türk aile yapısın çözülmeye başladığı hepimizin malumudur.

     Son dönemlerde Türk kültürü ve İslam ahlakına uygun olmayan, hepimizin bildiği diziler, programlar her akşam televizyonlarda yayınlanmakta ve daha da kötüsü reyting rekorları kırmaktadır. Bu dizilerin bazıları gençlerimizi şiddet eğilimi, mafya-kabadayı olma hayalleri içerisine hapsederken bazıları ise çarpık ilişkileri, gelenek ve göreneklerimize aykırı hareketlerde bulunmayı teşvik edicidir. Yine son dönemlerde oldukça yaygınlaşan evlendirme programları, bilinçsiz ve sağlıksız aile kurmaya yönelik çalışmalardan biridir.
     Şu cümleler bütün bu meseleyi özetler mahiyettedir
:
     “Televizyon seyrederken ‘gözlerim kızarıyor’ diyen birisine diğeri ‘Benim de yüzüm kızarıyor’ demiş.” Program yapımcısı, televizyon müdürüne telefon ederek:

-       RTÜK’ten aradılar efendim, dedi. Şu anda oynayan filmin müstehcen olduğunu belirtip ikaz ediyorlar. Bir diyeceğimiz var mıydı?

Müdür:

-       RTÜK falan bırak be kardeşim, diye gürledi. Koltuğuna kurul da filmi seyret. Kişisel haklarımıza karışmasınlar.
Program yapımcısı, filmin ortalarında tekrar telefon ederek:
-       Bazı vakıflardan aradılar efendim, dedi. Oynatmakta olduğumuz filmin gençlerin ahlâkını bozduğunu ve onları kötü yola ittiğini söylüyorlar. Bir diyeceğiniz var mıydı? Müdür yine gürleyerek:

-       Kişisel haklarımıza karışmasınlar yahu, diye tekrarladı. Bizim de çocuklarımız var. Hatta kızım, şu anda erkek arkadaşı ile seyrediyor bu filmi.

Adam, filmin sonunda bir kere daha telefon ederek:

-       Karakoldan aradılar, efendim, dedi. Kızınız, erkek arkadaşı tarafından tecavüze uğramış. Bir diyeceğiniz var mıydı?” (Cüneyt Suavi, Hayatın İçinden, s.70)

     Bununla birlikte uydu vasıtası ile çok önemli ve de bir o kadar tehlikeli çalışmalar yapan ifsat şebekesi “25. Kare” diye adlandırılan, insanların biliçaltına hükmeden –kanunen yasak olmasına rağmen- bir uygulama içine girmişlerdir. Peki, nedir bu 25. Kare?

     Sinema, televizyon veya reklam filmleri ya da her türlü televizyon programı 24 kare resmin bir saniye içinde art arda gelmesiyle hareketli hale gelir. İnsan gözü art arda gelen bu 24 kareyi algılarken, bunların arkasına yerleştirilen 25. Kareyi algılayamaz. İnsan, algıladığı kareler hakkında yorum yapabilir, ondan etkilenip etkilenmemeyi seçebilir. İnsan gözünün algılayamadığı 25. Kare ise kontrolsüz olarak beyne gider ve insan bilincine yerleşir. 25. Kare genellikle yazı şeklindedir ve bu efekt “algılama dışı uyarıcı” olarak da isimlendirilir. 25. Kare program yapımcıları tarafından insanları yönlendirmede kullanılabilir. 25. Kare ile insanları, herhangi bir fikre veya eyleme, belli bir adaya oy vermeye, bir ürüne bağımlılığa ya da başka bir amaç doğrultusunda yönlendirerek beyinleri yönetmek mümkündür.

     Bu uygulamayla; herhangi bir program ya da reklâmın içeriğine ahlak bozucu görüntü, yazı vb. öğeler yerleştirilip toplum olarak hassasiyetlerimizi yok etmeye yönelik çalışmalar yapılabilmektedir.

     Sonuç

     Bütün bu psikolojik etkilemeler arasında kalan bir bireyin; kendini tanımlayamaması, kişiliğini oturtamaması, kültür karmaşası içerisinde kendi kültürünü bulamayıp yozlaşma anaforuna sürüklenmesi kaçınılmaz olmuştur.

     Bugün çokça şikâyet ettiğimiz; yolsuzluk, suiistimal, rüşvet, nezaketsizlik, hoşgörüsüzlük, ahlaksızlık, sapıklık, satanistlik, uyuşturucu müptelalığı, kolay para kazanma amacıyla gayrı meşru yollara sapılması, dayanışma eksikliği, sosyal çözülme, aile bağlarının zayıflaması, dirlik ve düzenliğin, birlik ve beraberliğin olmayışı, doğrudan ve dolaylı bir şekilde değerler eğitiminin eksikliğinden kaynaklanmaktadır.

     “Eğitim anne dizinde başlar; her söylenen sözcük, çocuğun kişiliğine konan bir tuğladır.” Hosoa Ballow

     Kişiliği sağlam, milli ve manevi değerlere duyarlı, vatanına ve milletine faydalı bir bireyin yetişmesi –mutlak suretle- öncelikle aile eğitimiyle mümkündür.

     Çocukların olumlu ya da olumlu yetişmeleri, içinde bulundukları ve geliştikleri ortamın durumuna bağlıdır. Bir anne-baba için iyi çocuk yetiştirmenin ilk basamağı, çocukların her davranışından, çevreden ve okuldan önce kendilerinin birinci dereceden sorumlu oldukları bilincine varmaları gereklidir. Çocuk ev ortamında “konuşmayı” kendi kendine birinin ona özellikle konuşmasını öğretmesine gerek kalmadan öğrendiği gibi her türlü tavır, davranış ve düşünceyi de ev ortamında tabii olarak alır. Çünkü öğrenme hemen çocuğun doğumuyla başlar.

     Her toplumun ve milletin kendine özgü ve onu diğerlerinden ayıran bir kimliği vardır. Kimlik, nitelikler toplamıdır. Sözü edilen nitelikler milli ve manevi değerlerdir. Toplumsal değerler aynı zamanda o toplumun kültürü anlamına gelir. Şurası da bir gerçektir ki, her toplum kendi varlığını sürdürme adına merkezi değerleri korumalı, eğitim yoluyla da bunları yetişen kuşaklara aktarmalıdır. Değilse o toplum için kimlik erozyonu, dolayısıyla tarih sahnesinden silinme kaçınılmaz olacaktır. Atatürk’ün “Mukaddesleri olmayan bir toplumda ölçü olmaz.” Sözü bütün bu olumsuzlukların tek cümleyle açıklanmasıdır.

     Atatürk; “Memleketimiz, toplumumuzu gerçek hedefe, mutluluğa eriştirmek için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin geleceğini yoğuran kültür ve irfan ordusu… Bir millet irfan ordusuna sahip olmadıkça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak kültür ve irfan ordusuna bağlıdır.” demektedir. Bu “irfan ordusu”nu yetiştirmek ve eğitmek ise tamamıyla aile eğitimden geçmektedir.


     Bu durumda, çocuklarımızı; milli ve manevi değerlerine bağlı, ahlaklı bir yapıya sahip olacak şekilde yetiştirmeliyiz.

Yorum Gönder