“Aile
toplumun özüdür. Onu tahribe yönelen her şey; toplumun tahribine yönelmiş
demektir.” (Samuel Butler)
Aile; milli
dini, toplumsal bütünleşmenin başlangıç noktası olduğu gibi Allah’ın en
muhteşem sanat eseri olan “insan”ın üretildiği ve eğitildiği yer
mahiyetindedir. İnsan yetiştirmenin ilk birimi olan ailede, eğitim, bir bütün
olarak verilirse sonraki eğitim aşamalarında birey eğitim basamaklarını
başarıyla tamamlar. Bu eğitim; yani fikri, ruhi, bedeni ve ahlaki eğitim iyi
verilmemişse bireyin toplumda yaşadığı bütün birimlerde kısmen de olsa sorunlar
yaşanır.
Aile, bir iş
bölümü ve dayanışma birliğidir. Toplumun en küçük birimi olan ailede,
bireylerin üzerine düşeni bilmesi ve yapması, hem insani bir vecibe hem de
huzur ve mutluluk temini için olmazsa olmaz bir durumdur.
Aile
bireylerinin ayrı ayrı görev ve sorumlulukları vardır. Bu görev ve
sorumluluklar bilindiğinde, yaşandığında ve yapıldığında huzur ve mutluluk
kapıları sonuna kadar açılır. Nitekim orada sevgi, saygı, sabır ve hoşgörü
vardır. Bunlar Allah rızası için yapıldığında da ibadet hüviyetine dönüşür.
Artık o ev cennet bahçelerinden bir bahçedir ve bireyi her türlü kötülüklerden,
insi ve cin’i şeytanlardan koruyan bir kaledir.
Aile; tolumun
köşe taşıdır. Köşe taşı çıkan bir toplumun ayakta durması düşünülemez.
Türk Kültüründe Aile
Türk milleti
için aile, kutsal bir müessese ve milli istikbalin teminatı konumundadır.
Ailenin toplum yapısıyla olan güçlü irtibatı, onun sosyal yanını da ortaya
çıkarmaktadır. Sosyal yapı olarak ailenin görevlerini ise iki temel esasta
toplamak mümkündür.
1.
Ailenin
biyolojik görevi; neslin devamını sağlamak
2.
Toplumun
değerlerini ve kültürünü; korumak ve yaşatmak
Bu önemli
görevleri yüklenmiş olan ailenin fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden ideal yapıda
olması toplumun sağlıklı olabilmesi için vazgeçilmezdir. Aile kurumunun
temelinde olan sorumluluk ve aidiyet duygusu, aile içinde güven ve güç kaynağı
yarattığı gibi bu psikoloji, topluma da yansımakta ve milli dayanışmaya da
kaynak teşkil etmektedir.
Türk milleti
köklü ve zengin bir tarihe sahiptir. Dolayısıyla çeşitli coğrafyalarda ve
değişik dönemlerde, farklı sosyal yapılara rastlanmaktadır.
Bilinen en
eski yazılı kaynağı olan Orhun kitabelerinde oğuş olarak geçen aile, Türk
toplumunun çekirdeği durumundadır. Aile kurmanın şartı olarak ise evlilik
müessesi kabul edilmiş, bunun dışında başka bir fonksiyona Türk töresi izin
vermemiştir. Bu yapıda baba otoritesinin geçerli olduğu, hukuki bir temele
oturan aile içi bir düzen oluşmuştur.
Anne
saygısına bilhassa önem verilmiş ve anne, kararlarda söz hakkına sahip
olmuştur.
Tarih içinde
öneli değişiklikler yaşanmışsa da bugün ailelerin Türk toplumu içindeki konumu
ve önemi özde aynıdır. Bunun bir iz düşümü anlamında; Türk devleti “baba” olarak adlandırışmış vatan ise “ana” olarak nitelendirilmiştir.
Türk Aile Yapısını Bozmaya Yönelik
Çalışmalar
Teknolojinin hızla gelişmesi sonucunda aile yapısının da
aynı oranla bozulduğu bir dünyada; örnek gösterilen Türk aile yapısın çözülmeye
başladığı hepimizin malumudur.
Son
dönemlerde Türk kültürü ve İslam ahlakına uygun olmayan, hepimizin bildiği
diziler, programlar her akşam televizyonlarda yayınlanmakta ve daha da kötüsü
reyting rekorları kırmaktadır. Bu dizilerin bazıları gençlerimizi şiddet
eğilimi, mafya-kabadayı olma hayalleri içerisine hapsederken bazıları ise
çarpık ilişkileri, gelenek ve göreneklerimize aykırı hareketlerde bulunmayı
teşvik edicidir. Yine son dönemlerde oldukça yaygınlaşan evlendirme
programları, bilinçsiz ve sağlıksız aile kurmaya yönelik çalışmalardan biridir.
Şu cümleler
bütün bu meseleyi özetler mahiyettedir
:
“Televizyon
seyrederken ‘gözlerim kızarıyor’ diyen birisine diğeri ‘Benim de yüzüm
kızarıyor’ demiş.” Program yapımcısı, televizyon müdürüne telefon ederek:
- RTÜK’ten aradılar efendim, dedi. Şu
anda oynayan filmin müstehcen olduğunu belirtip ikaz ediyorlar. Bir diyeceğimiz
var mıydı?
Müdür:
- RTÜK falan bırak be kardeşim, diye
gürledi. Koltuğuna kurul da filmi seyret. Kişisel haklarımıza karışmasınlar.
Program
yapımcısı, filmin ortalarında tekrar telefon ederek:
- Bazı vakıflardan aradılar efendim,
dedi. Oynatmakta olduğumuz filmin gençlerin ahlâkını bozduğunu ve onları kötü
yola ittiğini söylüyorlar. Bir diyeceğiniz var mıydı? Müdür yine gürleyerek:
- Kişisel haklarımıza karışmasınlar yahu,
diye tekrarladı. Bizim de çocuklarımız var. Hatta kızım, şu anda erkek arkadaşı
ile seyrediyor bu filmi.
Adam, filmin sonunda bir
kere daha telefon ederek:
- Karakoldan aradılar, efendim, dedi.
Kızınız, erkek arkadaşı tarafından tecavüze uğramış. Bir diyeceğiniz var mıydı?”
(Cüneyt Suavi, Hayatın İçinden, s.70)
Bununla
birlikte uydu vasıtası ile çok önemli ve de bir o kadar tehlikeli çalışmalar
yapan ifsat şebekesi “25. Kare” diye
adlandırılan, insanların biliçaltına hükmeden –kanunen yasak olmasına rağmen-
bir uygulama içine girmişlerdir. Peki, nedir bu 25. Kare?
Sinema,
televizyon veya reklam filmleri ya da her türlü televizyon programı 24 kare
resmin bir saniye içinde art arda gelmesiyle hareketli hale gelir. İnsan gözü
art arda gelen bu 24 kareyi algılarken, bunların arkasına yerleştirilen 25. Kareyi
algılayamaz. İnsan, algıladığı kareler hakkında yorum yapabilir, ondan
etkilenip etkilenmemeyi seçebilir. İnsan gözünün algılayamadığı 25. Kare ise kontrolsüz
olarak beyne gider ve insan bilincine yerleşir. 25. Kare genellikle yazı
şeklindedir ve bu efekt “algılama dışı uyarıcı” olarak da isimlendirilir. 25. Kare
program yapımcıları tarafından insanları yönlendirmede kullanılabilir. 25. Kare
ile insanları, herhangi bir fikre veya eyleme, belli bir adaya oy vermeye, bir
ürüne bağımlılığa ya da başka bir amaç doğrultusunda yönlendirerek beyinleri
yönetmek mümkündür.
Bu
uygulamayla; herhangi bir program ya da reklâmın içeriğine ahlak bozucu
görüntü, yazı vb. öğeler yerleştirilip toplum olarak hassasiyetlerimizi yok
etmeye yönelik çalışmalar yapılabilmektedir.
Sonuç
Bütün bu psikolojik
etkilemeler arasında kalan bir bireyin; kendini tanımlayamaması, kişiliğini
oturtamaması, kültür karmaşası içerisinde kendi kültürünü bulamayıp yozlaşma
anaforuna sürüklenmesi kaçınılmaz olmuştur.
Bugün çokça
şikâyet ettiğimiz; yolsuzluk, suiistimal, rüşvet, nezaketsizlik, hoşgörüsüzlük,
ahlaksızlık, sapıklık, satanistlik, uyuşturucu müptelalığı, kolay para kazanma
amacıyla gayrı meşru yollara sapılması, dayanışma eksikliği, sosyal çözülme,
aile bağlarının zayıflaması, dirlik ve düzenliğin, birlik ve beraberliğin
olmayışı, doğrudan ve dolaylı bir şekilde değerler eğitiminin eksikliğinden
kaynaklanmaktadır.
“Eğitim anne dizinde başlar; her söylenen
sözcük, çocuğun kişiliğine konan bir tuğladır.” Hosoa Ballow
Kişiliği sağlam, milli ve
manevi değerlere duyarlı, vatanına ve milletine faydalı bir bireyin yetişmesi –mutlak
suretle- öncelikle aile eğitimiyle mümkündür.
Çocukların olumlu
ya da olumlu yetişmeleri, içinde bulundukları ve geliştikleri ortamın durumuna
bağlıdır. Bir anne-baba için iyi çocuk yetiştirmenin ilk basamağı, çocukların
her davranışından, çevreden ve okuldan önce kendilerinin birinci dereceden
sorumlu oldukları bilincine varmaları gereklidir. Çocuk ev ortamında “konuşmayı”
kendi kendine birinin ona özellikle konuşmasını öğretmesine gerek kalmadan
öğrendiği gibi her türlü tavır, davranış ve düşünceyi de ev ortamında tabii
olarak alır. Çünkü öğrenme hemen çocuğun doğumuyla başlar.
Her toplumun
ve milletin kendine özgü ve onu diğerlerinden ayıran bir kimliği vardır.
Kimlik, nitelikler toplamıdır. Sözü edilen nitelikler milli ve manevi
değerlerdir. Toplumsal değerler aynı zamanda o toplumun kültürü anlamına gelir.
Şurası da bir gerçektir ki, her toplum kendi varlığını sürdürme adına merkezi
değerleri korumalı, eğitim yoluyla da bunları yetişen kuşaklara aktarmalıdır.
Değilse o toplum için kimlik erozyonu, dolayısıyla tarih sahnesinden silinme
kaçınılmaz olacaktır. Atatürk’ün “Mukaddesleri olmayan bir toplumda ölçü olmaz.”
Sözü bütün bu olumsuzlukların tek cümleyle açıklanmasıdır.
Atatürk; “Memleketimiz, toplumumuzu gerçek hedefe,
mutluluğa eriştirmek için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını
kurtaran asker ordusu, diğeri milletin geleceğini yoğuran kültür ve irfan
ordusu… Bir millet irfan ordusuna sahip olmadıkça, muharebe meydanlarında ne
kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi
ancak kültür ve irfan ordusuna bağlıdır.” demektedir. Bu “irfan ordusu”nu
yetiştirmek ve eğitmek ise tamamıyla aile eğitimden geçmektedir.
Bu durumda,
çocuklarımızı; milli ve manevi değerlerine bağlı, ahlaklı bir yapıya sahip olacak
şekilde yetiştirmeliyiz.