18 Şubat 2015 Çarşamba

MEHMET AKİF ERSOY

Mehmet Akif Ersoy
     Mehmet Akif Ersoy

     Fikir ve hayal dünyamızın tartışılmaz en kuvvetli düşünür ve yazarlarından birisi de Akif’ti. Hayatını mutlak hakikatın aydınlığını insanlarla paylaşmaya, öğretmeyi adamıştı. Hem bedenen hem fikren kendini adadığı bu düşünce doğrultusunda şiiri bir araç olarak görmüş ve en iyi şekilde kullanmıştır. Ailesinden, çevresinden aldığını yoğurmuş, en mükemmel kelimelerle halkına aktarmıştır.

     Düşünmek demek; sadece belli bir kesime hitap etmemek demektir. Türk milletinin derdiyle dertlenen, sevinciyle sevinen, zaferiyle övünen bütün fikir kahramanları kimince cesurca baltalanmakta, kimince abartılarak göklere çıkarılmaktadır. Bizi saplantılara, toplu hipnoza sürükleyen zihniyet işte budur. lakin burada durup düşünebilmek, araştırıp sorgulayabilmek çok önemlidir. Akif’in en önemli özelliği varlığımızı saran bizlerin yaşam gayesi olan maneviyatımızda tetikleyici görevi görmesidir. O bize yeni düşünceler vermekten ziyade zaten sahip olduğunu iddia ettiğimiz değerleri hatırlatarak, bizleri hakkaniyetin tam aydınlığına davet eder. Üstadın ortaya çıkmasına vesile olan durum da dönemin şartları ve ihtiyacıydı. Halkımızın zor günlerini bu derece güzel betimleyebilen bir yazara olan ihtiyacı ve insanları özgürlük, bağımsızlık konusunda teşvik eden bir şair ancak o derece zor günlerde ortaya çıkardı.

     Mehmet Akif'in şiir deneylerine lise öğrenimi sırasında başlamıştır. Veteriner okulundayken Ziya Paşa’yı, Namık Kemal’i ve özellikle Muallim Naci’yi severek okumuştur.

     İstanbul'un muhafazakâr bir semti olan Fatih'te büyümüştür. Belki de hayatının en büyük şansı işte budur. Babasının dini duygularının kuvvetli ve belirgin bir âlim olması onun gelecekte şekillenecek düşüncelerini etkilemiştir. Kutlu mübarek direnişimizin, yedi düvele karşı girişmiş olduğumuz kurtuluş mücadelesinin İstiklal Marşı'nı yazmış ve milletimize armağan etmiş olan bu kutlu dava adamına vefa göstermek, Müslüman Türk çocuğunun en mukaddes görevlerinden birisidir. Onun anıları, yazıları ve özel hayatı ülkemizin hem kuruluşunda hem de kurtuluşunda bizler için bir ilham kaynağıdır. Yurtdışında katıldığı bir toplantıda sadece etnik kökeni nedeni ile bir gazeteci dalga geçmek için “Milliyetçi misiniz?” diye soruyor. Üstat, hazır cevaplılıkla karşılık veriyor:

- Tabii ki…

Bunun üzerine gazeteci etnik kökeni soruyor.

- Ben Arnavut asıllı bir Türküm!

cevabını alıyor. Bugün ülkemizde etnik kökene dayalı ayrılık mücadelesi verenler ve onlara yardım edenler için en güzel cevap işte budur. Aslını inkar eden haramzadedir. Bu demek oluyor ki etnik kökeni ne olursa olsun Türk kültürü benimsenebilir ve gururla Türküm denilebilir. Önemli olan etnik köken değil, onu benimsemektir. İşte bu göstermektedir ki, ülkemizde uyandırmaya çalıştığımız milliyetçilik şuuru kendisinde toplumumuzdan çok daha önce oluşmuştur. Mustafa Kemal'in döneminden sonra bu politika değiştirilmese veya bazı basit kesimlerce kullanılmaya çalışılmasaydı, belki de bugün televizyonlarımızı izlerken insan olmaktan bile utanabileceğimiz saçmalıklara tanık olmazdık.

     Bugün giriştiğimiz Türklük mücadelesinin, Mehmet Akif'in maneviyatı ve nasihatlarına ihtiyacı vardır. Kendisine “Molla Sırat” diye saldıran ve yetişen gençliğe oğlu Haluk’u işaret eden maneviyatsızlıktan çürümüş zihniyete karşı en kuvvetli cevabı oğlu Asım olmuştur. Özel yaşantımızı çağımıza göre şekillendirmemizde de Akif'in yardımcı olacak nasihatleri vardır. Yirmi birinci yüzyılda bütün dünyayı ateizm sardı veya buna inandığını söylediğini yaşamamayı tercih etmekte diyebiliriz. Nesil çatışması, yerini nesillerin çürümesine bıraktı.

     Akif için dört şey çamur kadar pisti: Cimrilik, ikbal şımarıklığı, kibir, maddî pislik.

     Belki de yüzyıllarca güncelliğini yitirmeyecek kadar önemli bir nasihattir. Ama en başta kulak vermemiz ve örnek almamız gereken yanı, haksızlığa tahammül edememesidir. 1913 yılında bir başkasının uğradığı haksızlığa tahammül edemeyerek işi bırakması gibi… Bu, onun Hakk’a ve haklıya hizmet ederken taşıdığı samimiyetin en güzel örneklerinden birisidir.

     Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem
     Gelenin keyfi için, geçmişe kalkıp sövemem.

diyen Akif, 1914 yılında seçilmiş özel bir heyetle Almanya'ya gönderilmiş ve biz Türk Milleti’nin mayamız ve ihtiyacımız gereği Batı’nın sadece tekniğini almamız gerektiğini insanlara anlatmaya çalışmıştır. Batı'nın kültürel değerlerinin nefse tapmayı, yaratanı unutmayı sağlayacağını ve kültürel mirasımız için zehir saçan bir tehlike olduğu gerçeğinin farkına varması açısından bu ziyareti çok önemli olmuştur. Cenab-ı Hakk'ın vermiş olduğu nimetler olmaksızın bir an dahi yaşayamayacağımızın şuurunu taşıyan Türk çocuklarının Batı fikirleriyle zehirlenmesi endişesi onun hayatının önemli bir bölümü olmuştur. Üstadı tanımak için onun şiirlerini okumuş olmak bile yeterlidir. Üstat bütün şiirleriyle hayal ve gönül dünyamıza hitap etmektedir.

    Bir dava adamı olarak efsane o davayı kitlelere ulaştırabilmesiyle efsane o kavgaya katılanların büyümesi ile efsane. Hiçbir karşılık beklemeksizin davasına hizmetten geri durmamış, fikirlerinden taviz vermemiştir. Ama bütün mükâfatı ölümünden sonra aldığı yönündeki inancımız tamdır.

     Yine Akif’i tanımamız açısından yardımcı eserlerden birisi de “Süleymaniye Kürsüsünden” isimli eseridir. Üstat bu eserde dünya turuna çıkar, birçok millet, din ve gelenekten bahsetmektedir. Hiçbir milleti ve dini aşağılayıp küçük görmemiştir, bahseder ve şiirin sonunda yurduna döner.

     Akif'in rejim düşmanı olduğunu iddia edenler, hayatının son döneminde Mısır'a gitmesini farklı yorumlamışlardır. Bunu bir sürgün olarak nitelendirip, üstadı rejim düşmanı olarak göstermeye çalışmışlardır. Bu iddialar son derece tutarsız ve asıldır. Akif gibi korkusuz bir kalemin bu derece keskin bir düşünceyi dillendirmemiş olması, böyle bir düşünceye sahip olmadığını göstermektedir. Üstadın yayınlanan, Mısır'dan gönderdiği mektuplarda da iddia edilen konularla alakalı bir not bulunmamaktadır. Ülkeden ayrılmasında, belirli bir kesimden rahatsızlık ve güvensizlik duyması vesile olmuştur. Arkadaşı Şefik Koraylı’ya Mısır'a giderken söylediklerinden dolayı bir çıkarımda bulunulabilir. Bahsi geçen konuda pek bilgi vermeyen bu mektuplar üstadın yaşadıkları konusunda aydınlatıcıdır. Mehmet Akif, vatan ve evlat hasretinin yanı sıra maddiyat sıkıntısı da çekmiştir.

     Üstadın Mısır'da yaşadığı yıllar, Amerika’da patlak verip dünyayı saran 1929 ekonomik buhranının hissedildiği yıllardı. “İnanan insan inanmışsa, zindanda da olsa saraydadır. Eğer insan inanmamışsa, sarayda da olsa zindandadır, bedbahttır.” Üstadın bu sözleri dik duruşunu, mertliğini ve bütün yaşadıklarına rağmen itikadını yitirmediğini göstermektedir. Yine mektuplara dönmek gerekirse kızı Suad Hanım’a ‘Evladım; sakın kendini üzme, bizlerden binlerce beteri var. Bugün dünyanın hiçbir tarafında saadetten eser yok.’ diyerek sabır ve şükre davet eder.

     Bu mektuplar Mehmet Akif'in fikir dünyasını yansıtması bakımından önemlidir. Zira Haziran 1936’da İstanbul'a dönmeye karar vermiş ancak çok geçmeden 27 Aralık 1936’da hayatını kaybetmiştir. Türk Milliyetçiliği davasının ünlü fikir adamı Hüseyin Nihal Atsız'ın Akif için söyledikleri son derece dikkate değerdir: “Mehmet Akif ırk kökeni olarak Arnavut’tur. Düşünce bakımından ümmetçidir. Fakat bütün mesele Mehmet Akif kadar Türk olabilmekte.” Yine Atsız'ın Akif için yazdıklarına bakmak gerekirse: “İslamcı olmasını kusur diye öne sürüyorlar. İslamcılık dünün en kuvvetli seciyesi ve ülküsü idi. Bugünkü Türkçülük ne ise, İslamcılık da o idi. Esasen İslamcılık, Osmanlı Türklerinin mefkûresiydi, on dördüncü asırdan beri Türklerden başka hiçbir millet, ne Araplar ne Acemler, ne Hintliler İslâmcılık mefkûresi görmüş değillerdi. Bir Osmanlı şairi olan Mehmet Akif de milli mefkure kemaline ermiş, fakat yeni bir milli mefkurenin doğum zamanına rastladığı için geri ve aykırı görmüştür. Mazide yaşayanların fikir ve mefkureleri bize aykırı gelse bile onların zaman ve mekan şartları içinde mütalaa ettiğimiz zaman haklarını teslim etmemek küçüklüğüne düşmemeliyiz.”

     Yaşadıkları, hatırlattıkları ve öğrettikleriyle unutulmazlarımız arasına katılmıştır. Biz, onu kendinin hüzünlü dizelerini hatırladığı gibi hatırlamaktan vazgeçmeyeceğiz. Ruhu şad, mekânı cennet olsun…

Yorum Gönder