Oğuzlar Devleti'nde subaşı olan Dukak Bey'in oğlu Selçuk Bey'in bir kısım Oğuz topluluğu ile Oğuzlar Devleti'nden ayrılmasıyla başlayan ve Selçuk Bey ve toplumun İslamiyet'i kabul etmesitle devam eden süreç sonunda yeni bir Türk Devleti'nin temellerinin atılmış olduğunu görüyoruz. Dandanakan savaşının kazanılmasıyla Büyük Selçuklu Devleti kesin olarak kurulmuştur. Tuğrul Bey'in Bağdat'a giderek Abbasi Halifesi'ni Şii baskısından kurtarmasından ve halife tarafından 'dünya sultanı' ilan edilmesinden Selçukluların İslamiyet'e verdiği önemi anlıyoruz. Tuğrul Bey'den sonra yerine geçen Sultan Alparslan'ın 1071'de Malazgirt'te Bizans'a karşı kazandığı zafer Anadolu'nun kısa sürede Türkleşmesini sağlamıştır. Selçuklu Türklerinin Anadolu'yu ebedi bir yurt edinme gayretleri, bin bir emek ve çok sayıda şehit vererek asırlar boyunca devam etmişti. Türkün askeri dehası ve cengâverliği yanında İslama olan sadakati, Töresine olan bağlılığı ve ilme olan hayranlığı, Anadolu topraklarının Vatan haline gelmesinde önemli bir rol oynamıştı.
Anadolu'da geçmiş olan bin yıllık tarihimizi incelersek, medreselerin Milli Kültürümüzün gelişmesinde çok önemli katkılarda bulunmuş olduğunu görebiliriz. Bu dönemde medreselerin açılması büyük bir hadise idi. Selçuklular'ın 29 Nisan 1055'de Bağdat'a girişleri, Ehlisünnetin Şiilere galibiyetinin başlangıcı olarak kabul edilir. Bu tarihten itibaren halk arasında Şiiliği yaymak için gerek Fatımiler'in gerekse Büveyhiler'in faaliyet gösterdiği alanlar kapanacaktı. Selçuklular sapıklık ve din dışı kabul ettikleri faaliyetlere karşı halkın zihnine hür düşünceyi yerleştirebilmek için karşı bir harekete geçmekten başka çare olmadığını anladılar. Darü'l-ilim adı veriler müesseseler Fatımi ülkelerinde Şiiliğin propaganda merkezi olarak gelişirken Şarkta da aynı neviden Sünni bir müessese olarak medreseler meydana geldi.
Zekeriya Kaznivi'ye göre bir gün Sultan Alparslan, veziri Nizam'ül-Mülk ile Nişabur'da caminin kapısında üstü başı perişan gençleri görünce bunların kim olduklarını ve niçin böyle bir durumda bulunduklarını sorar. Bunun üzerine vezir; Bunlar dünya zevki bulunmayan ilim talipleridir cevabını verir. Bunun üzerine Sultan bunlara bir yurt inşa edilmesini ve kendilerine maaş bağlanmasını emreder. Böylece ilk Nizamiye Medresesi Nişabur'da inşa edilmiş olur.
1064 yılında Dicle kenarında ve Abbasi hilafet merkezinin üst kısmında temeli atılıp inşasına başlanan medreseye 100 bin dinar harcanarak tamamlanmış ve medrese tedrisata başlamıştı. Bu medresenin müderrisliğine de Ebu İshak Şirozi el-Firuzabodi getirilmişti. Vezir Nizamülmük'ün Şafii mezhebi öğretimini teşvik etmesine karşılık zamanın Sultanı Alparslan Hanefi mezhebini geliştirmek maksadıyla Hanefi medreseleri açtırdı. Bu sebeple Bağdat'ta ki medreseler biri Hanefi diğeri Şafii olmak üzere iki mezhebe göre eğitim veriyordu. Bir süre sonra aynı medresede iki mezhebin tedrisatı birlikte yapılmaya başlandı. Nizamiyeler için vakıflar kuruldu. Nizamiye vakıflar bina yapmak, müderris ve talebelere maaş vermek, hadis, fıkıh, vaaz ve tasavvufla uğraşanlara infakta bulunmak, imam, müezzin, hademe, fakir ve ihtiyaç içinde bulunanlara yardım etmek gibi bir görevi üstlenmişlerdir ki bu sayede Nizamiyelerin devamı sağlanmış ve İslam âleminde haklı bir şöhrete kavuşmuşlardı. Nizamümük'ün himmetiyle gelişen medreseler, şarkta uzun süre devam ettiler. İbn Cübetr H.11. yüzyılda Bağdat'ın doğu tarafında 30 kadar medrese bulunduğunu, bunlardan her birinin vakfi olduğunu, bu sayede öğretim elemanı ve öğrencilerin maddi bir sıkıntı çekmediklerini söyler.
En büyüğü, Bağdat'taki Nizamiye Medresesi olup, İsfahan, Nişabur, Belh, Herat, Basra, Musul ve Amul'da benzerleri vardı. Bu medreselerde Muhammed Gazali, Ömer Hayyam, Hakani, Sadi gibi büyük bilim insanları yetişmiştir. İbni Sina, İbni Rüşd, İbni Heysem, Beyruni gibi bilim adamları da yine Selçuklular döneminde yetişmiştir. Selçuklular eğitim ve öğretim açısından oldukça ileri seviyeye gelmişlerdi. Selçuklular kurulan medreselerde hem ilmin devamını sağlamış ilmiye mensuplarına maaş bağlayarak onları daima devletin yanında tutmak istemişlerdi. Bu medreselerde Filoloji, Felsefe ve Astronomi'de ileri gidildi. Batıda, özellikle Avrupa'da o devirde buna benzer öğretim kurumları olmadığından Nizamiye Medreseleri yeryüzünde kurulmuş olan ilk üniversiteler olarak da kabul edilmekteydi. Nizamiye Medreseleri'nde, öğrenciler için okuma, yatma ve oturma yerleri ve her türlü sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak imkânlar mevcuttu.
Vezir Nizamülmülk, Ebu ishak Şirazi'ye gönderdiği mektupta, Nizamiye Medreseleri hakkında, "Nizamiye medresesini biz mezhebi korumak için değil, ilmi himaye etmek ve yükseltmek maksadı ile kurduklarını, mezhepler arası tefrik gütmediklerini" belirtiyordu. Bu suretle fikir ve vicdan hürriyetine ne kadar bağlı ve bu uğurda ne derece üstün bir siyaset takip ettiklerini de göstermiştir.
Büyük Türk Veziri Nizam'ül-Mülk ile başlayan ve giderek yaygınlaşan ve çağların ötesinde Din ve Dünya ilimleri tahsil edilen medreselerin eğitim ve öğretim yapma görevlerinin yanında bir de Devletin sivil idari kadrolarına eleman yetiştirme gibi bir görevi de bulunmakta idi. Diğer taraftan medreselerin Türk Kültürü'nü yaşatmak ve geliştirmek gibi asli bir görevleri de vardı.
Nizamiye Medreseleri mimari açıdan okul mimarisinin veya üniversite kampüsünün ilk örneğini teşkil eder. Felsefeye karşı ilk tepki Bağdat Nizamiye Medresesi'nde müderrislik yapan Gazali'den gelmekle beraber, Nizamiye Medreseleri'nde felsefe ve mantık dersleri de okutulmuştur. Buralarda kullanılan öğretim metodu, İslam dünyasındaki medreselerde kullanılan geleneksel öğretim metodu haline gelmiştir. Bilhassa şerh ve haşiye metodunun İslam dünyasında kullanılan geleneksel öğretim metodu haline gelmesinde Nizamiye Medreseleri etkili rol oynamıştır. Bugün orta ve yüksek öğretim kurumlarında uygulanan ders geçme ve kredi sisteminin başlangıcını teşkil eden medreselerdeki ders geçme sistemi, Nizamiye Medreseleri'yle kurumlaşmış ve yaygınlaşmıştır. Bugün çağdaş dünyada yüksek öğretim kurumlarında uygulanan burs, kredi ve yatılılık sistemi, Nizamiye Medreseleri'yle kurumlaşmıştır.
Büyük Selçukluların açtığı bu medreseler Anadolu Selçuklu Devleti ile gelişerek devam etmiş ve Osmanlı'da doruklara ulaşmıştır. Günümüz çağdaş eğitim sistemine de temel teşkil eden Nizamiye Medreseleri Türk'ün bilgeliğinin, becerisinin kanıtıdır.